22 Mart 2014 Cumartesi

HASANBOĞULDU - ALTINOLUK - BURHANİYE - ÖREN

HASANBOĞULDU - ALTINOLUK

Hemen her sene bayramda aile geleneğidir memleketime gitmek. Fakat bu sene biraz farklılık yapıp arkadaşlarım ve abimle Ramazan bayramı için plan yaptık. Her zaman ki gibi gezimin güzel geçmesi için yakın olabilecek yerleri araştırdım. Yakın zamanda Bursa'nın yıldırım ilçesine bağlı olan Cumalıkızık köyüne gittiğim ve beğendiğim için tekrar oraya giderek maceramızı başlatacaktık. Tatile çıkmadan 1 hafta önce sahibinden.com'da 7 kişilik çadır için sipariş vermiştim.

Çadır elimize geldikten bir kaç gün sonra bayramın ilk sabahı evden çıkıp bayram namazımızı kılarak güne başladık. Aracımızı ben abim ve Atakan'ın eşyalarıyla doldurduk. Evren ve Emrah'ın getirecekleriyle bütün hazırlıklarımız tamamlanmış oldu. Emrah ve Evreni evlerinden aldıktan sonra otoyola çıktık. İlk hedefimiz bahsettiğim gibi Cumalıkızık Köyüydü. Ben yakın zamanda buraya geldiğimden arabayı biraz aşağıya park edip bir kaç yüz metre yürüyerek otopark parası vermekten kurtulduk. Cumalıkızık'ın taşlı girişinde de fotoğraf çektirmeyi unutmadık tabi...


Yine dar sokaklarını sindire sindire geziyordum. Daha önce gelmeme rağmen yinede mutluydum, sevmiştim buraları. Gerek tarihi yapısı, gerek Osmanlı evlerine doyamamıştım.


Tarih kokan sokakları vardı.Her nedense tatil demek benim için sadece deniz ve güneş demek değildi. Böyle tarihi mekanları yeni yerleri görmek daha da hoşuma gidiyor... Bir kaç fotoğraf çektirdikten sonra buraya 1 saat uzaklıktaki Uluabat Gölü yolu üzerindeki Apolyont (Gölyazı) denen adaya doğru yola çıktık.


Gölyazı aslında konum olarak güzel ve turistik bir bölge fakat çok bakımsız olduğundan popüler bir yer değil. Adanın girişinden itibaren araba ile tur atılabilecek adayı boydan boya çevreleyen taşlı bir yol var.


Oradaki esnaf bir abladan öğrendiğim kadarıyla çok yağmur yağdığında veya kar olduğunda adayı çevreleyen bu yol sular altında kalıyormuş ve gitmek imkansız hale dönüşebiliyormuş. Ada çevresini dolaşırken göl içine doğru bakan bir balkonda poz vermiştim.


Dolaşırken prof fotoğraf makinelik bir poz gördüm.Yani bana mı öyle geliyor bilmiyorum ama sizce de resim prof bir makine ile çekilseydi çerçevelik bir manzara değil miydi ?


Adanın az da olsa tanınmasını sağlayan 700 yaşında dev bir çınar ağacı var. Gövdesi o kadar büyük ki 5 kişi el ele tutuşsak etrafını çevirebilir miyiz bilemiyorum. Zamanla içi oyulmuş ve çürümüş.


Zaman su gibi akıyordu ve ilk gün için ALTINOLUK'a geçip orada kamp kurmayı planlamıştık. Gölyazı'dan bir daha ki sefere daha bakımlı görebilmek dileğiyle ayrıldık. Şimdiki hedefimiz olan Altınoluk yoluna girdik. Her zamanki gibi yol üzerindeki YÖRSAN tesislerinde küçük bir mola verip karnımızı doyurduk ve yola devam ettik. Sahilde güzel bir yer bulup çadırımızı kuracakken, birisi belediye ekipleri çadır kurmanıza izin vermez diyerek bizi vazgeçirdi. Bunun üzerine sahil şeridini takip ederek merkezden biraz daha uzakta bir evin bahçesini çevreleyen beton duvarla sahil arasında bir yere çadırımızı kurmaya başladık. Deniz o kadar yakındı ki gece biraz dalga olsa çadır sular altında kalabilirdi. Çadırı kurduktan sonra şehri keşif için meydanına doğru hep beraber yola çıktık. Altınoluk daha önce bıraktığım gibi yine çok kalabalıktı.


Dolaşırken 1 hafta sonra çok sevdiğim şarkıcı olan SILA'nın konseri olduğunu gösteren bir afiş gördüm. Keşke bayram 1 hafta sonra olsaydı kesin giderdim diye iç geçirdim. (Yol yorgunluğundan yüzümden düşen bin parça :-)   )

Buraya gelmeden 2 yıl önce iş yerimde çalışırken Powerturk Tv de SILA'nın Maltepe Üniversitesine konser vereceğine dair reklam görmüştüm.Ozamanlar yazın ortası ve çok sıcakdı.Eşim Çiğdeme sormadan Kartal sahildeki Migrosta bulunan Biletixten 2 tane bilete 60 TL vererek almıştım.Ses sisteminin güzelliğinden midir bilinmez SILA konserde söyledikçe bütün herkes coştu ve benim de daha hoşuma gitmeye başlamıştı şarkıları.O gün bugündür çok severek takip ederim kendisini...

Altınoluk'un ana caddeleri çok kalabalıktı caddenin sonlarına doğru bir cafe ye geçip meyveli soda içtik.Yol yorgunluğundan benim pilim bitmişti.Yatmak için çadırın yolunu tuttuk.Abimle ben uyumaya geçtik fakat Emrah Evren ve Atakan burayı sevmiş olacak ki dışarı gezmeye gittiler.Saat gece 1-2 sularında çadırda hala abimle ben vardık.Tam dışarı çıkıp arkadaşlarımı arayacakken Evren ve Atakanın çadırın dışında denize doğru havlu serip uyumuşlar.Onları uyandırıp "manyak mısınız oğlum ne diye çadır dışında yatıyorsunuz" diyerek uyandırdım.onlarda "abi öyle bir yayılmışsınız ki bize yer kalmamıştı" türünden birşey söylediler.Biraz gülüştükten sonra ben kayıp olan Emrahı bulmak için merkeze doğru gittim.Meydandaki MADO dondurmacısında oturduğunu telefon ile öğrenip çadıra gelmesi için yanına gittim.Herkes tam olduğuna göre güzel bir uyku çekmek artık güzel olacakTI...yanımda gelenler eğer buraya kadar okuduysa çoktan gülmeye başlamışlardır :)  Sabaha doğru 4 civarında birden çadırımızın fermuarı açılmaya başladı.Sesi ilk ben duyduğumdan kafayı kaldırıp ne oluyor diye bakarken bir yandanda çadırda hepimiz tam mıyız diye saymaya başladım uyku sersemliğiyle...2 4 5 ?? tamam 5 kişiydik ama dışarıdan gelen kimdi ? Fermuar yavaş yavaş açılırken "kim o" diye seslendim.  açan kadın görünümlü erkek bir vatandaştı ve içeri "KORKMAYIN KORKMAYIN BENİM" diyerek girdi. İyi de sen kimsin ? :) sanki birbirimizi 40 yıldır tanıyormuş gibi gelip aramıza yatmaya başladı. Dışarıda kendisini kovalayan birisi olduğunu 5 dk saklanıp gideceğini söyledi. İster istemez rahatsız olduk (!) pardon oldum Emrah'la ...Diğer 3 kişinin umurunda bile değil ki hala horul horul uyuyorlardı :) !!! Neyseki bir süre sonra gitti ve aramızda gülüşerek uyumaya devam ettik. Bir kaç saat sonra gün aydınlanmaya başlamıştı. Çadırın içinden sahile vuran dalga seslerini çok net duyabiliyorduk. Keşke her sabah o ses ile uyanabilsek. Fermuarı açarak dışarı çıktık.


Merkezdeki bir restoranta gidip güzel bir kahvaltının ardından bugünkü hedefimiz olan HASANBOĞULDU'ya doğru yola koyulduk. Ortalama 30 dk içinde Hasanboğuldu'ya ulaştık. Giriş kişi başı 5 TL araç ile giriş yapılırsa kaç kişi olduğuna bakmaksızın 20 TL'ye giriliyordu. Biz erken saatlerde gittiğimizden oralar yeni yeni dolmaya başlamıştı. Girişte Hasanboğuldu'nun hikayesinin yazdığı büyük bir tabela vardı.


Hikayenin gerçekleştiği yer tabelanın olduğu yerden 1 km kadar uzaktaydı. Taşlı yollardan hafif eğimli olan yollarda yavaş yavaş ilerliyorduk.


Bir süre sonra hikayede adı geçen Emine'nin Hasan'ın gömleğinin bir parçası ile kendini astığı ağacın yanına geldik.

Burada çok temiz doğal bir gölet oluşmuştu. Kendimi üstümle bile oraya atabilirdim su çok temizdi. Biz girelim girmeyelim derken ziyarete gelenlerden birisi önceden giriliyordu fakat şimdi içme suyu olarak şehre dağıtıldığından izin verilmediğini söyledi. Biz de fikrimizden vaz geçip geldiğimiz yoldan aşağı doğru inmeye başladık. Çok sığ ve serin bir suyu vardı. Akan suyun içinde bulunan ahşap masa ve sandalyelerde gelenler mangal yapıyordu. Yanımızda mangal vardı fakat boş yer bulamamıştık. Bu serin suda fotoğraf çekmeyi ihmal etmedik.


Önce ben çekildim, sonra Atakan'ı çektim.


Hasanboğuldu tabelasının solundan karşı tarafa bir köprü uzanıyor.Önce köprünün üzerinde, sonra köprünün merdivenlerinden aşağıya doğru inip akar suyun metrelerce yüksekten dökülüp oyduğu alanda suya girenleri resimledik. Aşağıdan yukarıdaki köprüde epey uzak gözüküyordu.


Buradaki gölde suya girmek istedik fakat girmeden önce bir kaç fotoğraf çekmek istedim. O dik merdivenleri kimse tırmanmak istemedi ama Evren ben giderim diyerek köprünün üzerinden aşağıya doğru resmimizi çekti.


Resimden sonra suya gireceğimizden arabadan elbiselerimiz almak için o merdivenleri tekrardan çıktık. Üstümüzü başımızı ayarladıktan sonra Hasanboğuldu'nun o buz gibi suyuna kendimizi bıraktık.


Gerçekten çok soğuktu fakat bir kaç dakika içinde vücut alıştığından çok dert etmedik. O sırada Emrah suya girmek istemediğini söyledi. Bizde oradayken fotoğraf çekme işini ona devrettik.


İlk olarak şelalenin aktığı taraftaki kayalıklara tırmandık. Amacım metrelerce yüksekten akan suyun altına girmekti fakat suya yaklaştıkça bu işin tehlikeli olduğunu görüp vazgeçtim.


Şelalenin sularının ulaştığı son kayaya kadar çıkıp o anı ölümsüzleştirmek istedim.


İçimizde yüzmeyi en iyi bilen abim olduğu için bizim ulaşamayacağımız yerlere doğru yüzdü kendisi.


Buradaki serüvenimiz yavaş yavaş bittiğinden üstümüzü değiştirip aracımızı binerek çıkış yolunu tuttuk. Aradaki tek fark çıkışımızın girişimiz kadar rahat olmadığıydı. Yol tek şeritli olduğundan park alanından dışarıya kadar 1 kilometre boyunda trafik vardı 15-20 dk uğraştıktan sonra çıkmayı başararak bir sonraki hedefimiz olan güzel ilçe AYVALIK'a doğru yola koyulduk. Daha önce 2 kere geldiğimden yolları biliyordum ilk olarak Cunda (Alibey) Adasına gidip sahilinde biraz turladık.


Emrah içine para atılıp kum torbasına vurup puan veren atari tarzı güç oyununda bir kaç deneme sonra rekor yaptı. Hatta bir süre sonra Emrah'la hiç kıyaslanmayacak iri yarı bir adam gelip Emrah'ın rekorunu geçmek için çabalayıp durdu. Yuhh senin cüssene dedim içimden ama sanırım adam uzun uğraşlar sonucu yeni rekorun sahibi olmayı başarmıştı. Buradan çıkıp şehir merkezine doğru giderken sağ tarafımızda belediyenin yaptığı mangallık yerlerinde sucuklu güzel bir mangal yaptık. Tıka basa doyduktan sonra Ayvalık'ın olmazsa olmazı ŞEYTAN SOFRASINA doğru yol aldık. Daha önce 2 kere geldiğimde oldukça sakin olan yer bayram dolayısıyla aşırı kalabalıktı. Arabayı park edecek tek bir yer bile yoktu. Ben daha önce manzarayı gördüğümden arabanın yanında durmayı tercih ettim fakat onlar manzaraya karşı gidip resim çekildiler. Yol çok sıkışık olduğundan telefonla arayarak artık arabayı sokacak hiç bir yer bulamadığımdan oradan uzaklaşmaya başladığımı söyledim. Bir süre sonra gelip araca bindiler ve yine bir Ayvalık klasiği olan SARIMSAKLI PLAJI na ilerledik. Gidenler bilir ucu bucağı olmayan çok uzun bir kumsalı var buranın. Alan çok geniş olduğundan plajların kalabalığından etkilenmedik ve denize yakın bir yere çadırımızı kurmaya başladık. Merkezdeki meşhur roma dondurmacısından dondurma yedik. Hatta dondurmanın tadını o kadar beğendik ki birer tane daha aldık. Çadırımızdan şortlarımızı giyip denize doğru yol aldık. Yanımıza aldığımız top ile suyun içinde çeşitli oyunlar oynayarak vakit öldürdük. Akşam sahil yolu üzerinde iğne atsanız yere düşmeyecek kalabalık vardı. En ucuz bulduğumuz bir kafeye uğrayarak Ayvalık tostu yedik. Hava karardığından cadde boyu dolaşıp durduk. Bir hediyelik eşya satıcısı kampanya yapıp çok güzel resim kalıplarına alçı gibi bir malzemeyle duvara takmalı süs eşyası yapmış. Eşim iyi bilir böyle şeylere karşı zaafım çok büyük. Süs eşyalarını çok seviyorum. Tanesi 1 TL olduğundan hoşuma giden 3 tanesini paket yaptırarak aldım. Çadırımıza geri dönüp dinlenmeye çekildik. Plaj çok büyük olduğundan bizimde çadırımız denize yakın olduğundan yol kenarındaki dükkan ışıkları etrafı görebilmemiz için yeterli değildi. Neyse ki Carrefour'dan 6 TL ye aldığım şarjlı el fenerini çadırın tepesine asarak yeterli ışığı sağlamış olduk. Yine bu feneri Altınoluk'ta da sabaha kadar kullanmamıza rağmen enerjisi hiç bitmedi. Sanırım Vizyontele deki Deli Emin'in bulduğu bitmeyen pil bunun içindeydi :)


Sabah olduğunda ayvalık tostu yediğimiz yere gidip tekrardan bir şeyler yedik. Kendimize meşguliyet aradığımızdan bir PS3 kafeye gidip Emrah ile PES kapıştık.


Beni tanıyanlar bilir kolay kolay yenilmem yenilsem de ya oyun bozuktur ya da oyun kolu :) Bu cümlemden sonra maç skorlarını yazmaya ihtiyaç duymuyorum :) Bir süre sonra İstanbul'a dönmek için yavaş yavaş yola koyulduk. Gitmeden önce Ayvalık'a 2 kez gelmeme ve hatta tabelasını görmeme rağmen ilgimi çekmediği için uğramadığım CENNET TEPESİ'ne doğru sürmeye başladım aracımı. En tepeye vardığımda eşimi böyle bir manzaradan mahrum ettiğim için üzüldüm. Gerçekten bütün şehir ayaklarımızın altındaydı.


Manzara o kadar etkileyiciydi ki bakıpta hayran kalmamak elde değil. Daha önceki Ayvalık blogumda belirttiğim Türkiye'nin İlk Boğaz Köprüsü de buradan bakıldığında gözüküyordu.


Manzaraya karşı burada güzel bir piknik yapılır diye ortak bir fikir oluştu hepimizde. Biz manzaranın tadını çıkartırken Emrah ile Atakan arabayla BİM e gidip yiyecek bir şeyler aldılar. Onlar gelene kadar arabada hazır bulunan tabak kaşık ve sermelik örtüyü hazırladık. Sonrada bu güzel manzaraya karşı hiç unutulmayacak güzel bir yemek yiyerek hafızalarımıza kazıdık.


Karnımızı iyice doyurduktan sonra bu sefer İstanbul'a doğru yola koyulduk. Buraya gelirken dikkatimizi çekmeyen fakat dönerken gördüğümüz kahverengi turistik tabelalı BURHANİYE-ÖREN yoluna doğru girmiş bulunduk. Kimse İstanbul'a dönmek istemiyordu. Burhaniye'ye benimde ilk gelişimdi ki hepimiz iyi ki gelmişiz dedik. Buranın plajıda SARIMSAKLI PLAJI gibi büyük ve genişti. Plajın girişinden sağa doğru giden yolda sollu sağlı dükkanlarda yeme-içme, eğlenme, hediyelik eşya vs. şeyler satılıyordu.


Hemen araçtan şortlarımızı alıp denizine doğru koştuk. O kızgın kumlarda o denize ulaşmak için ne kadar efor sarf ettiğimizi hiç unutamam... Denize Atakan,Evren ve Ben girdik fakat daha girer girmez suyun ÇOK AŞIRI TUZLU olmasından yakındık. Gerçekten böyle bir denize en son BODRUM'da girmiştim. Bir süre sonra denizden çıkıp halka açık olan duş yerlerinde duşumuzu alarak dükkanların olduğu sokağa doğru giriş yaptık. İlk olarak bir eğlence merkezine girip Emrah'la bilardo oynadım Atakan ise PS3 oynamayı tercih etti. Bir süre sonra hediyelik eşya satan yerlerin karşısında envayi çeşit kahve satan bir dükkana kurulduk. Çok değişik aromalı kahveleri vardı ve birer tane içtik.

Sözde İstanbul'a dönüyorduk saat neredeyse gece vaktiydi.Gece 11 civarında oradan ayrılarak "Son Kez" İstanbul'a doğru yola koyulduk. Aracın içinde herkes mayışmıştı. Sabaha doğru 3 sularında bir benzin istasyonunda mola verdik. İstasyonun çardağında oturup yanımızda artan yiyeceklerden yedik. Artık yorgun düştüğümden aracı kullanmak için Emrah'a verdim. Bütün tatil boyunca 130 TL'ye aldığımız çadır,yakıt masrafı ve yeme içme ile birlikte kişi başı 100 TL toplamda 500TL harcayarak kazasız belasız bu tatili güzel anılarla sonlandırdık...

Cumalıkızık-Gölyazı-Hasanboğuldu-Ayvalık-Burhaniye Ören

20 Mart 2014 Perşembe

FETHİYE - ÖLÜDENİZ

FETHİYE - ÖLÜDENİZ

Marmaris'ten çıkıp SEDİR ADASINDA umduğumuzu bulamadıktan sonra FETHİYE ÖLÜDENİZ'e doğru yola çıktık. Yolda adını hatırlayamadığım tarihi tabelalar gördük kilometrelerce gittik gittik ama bir türlü sonuca ulaşamadım, yol bitti geri dönmek zorunda kaldım. Dağlar arasında giderken yakıtımın bitmek üzere olduğunu fark ettim kuş uçmaz kervan geçmez yerde kalıcam diye kısa bir tedirginlik yaşadıktan sonra Total karşıma çıktı o tozlu yollarda aracım leş gibi olduğundan bir güzel yıkattırıp yakıtımı aldıktan sonra FETHİYE'ye doğru yola devam ettim. Biz yola devam ederken kayınpederim arayıp nerede olduğumuzu sordu. Fethiye yolunda olduğumuzu söyleyince kalacak yer için tanıdık olduğunu söyledi. Burada Özcan abi adındaki kişi ile bağlantı kurup kalacağımız oteli ayarladık.



Otel villa tarzındaydı ve 1 villada 6 daire vardı. Özcan abi sağolsun havuzu gören yeni yaptırmış olduğu odayı bize verdi.


Otele yerleştikten sonra küçük bir şehir turu yapalım diye dışarı çıkıp AMİNTAS MEZARLIĞI adındaki yere geldik. Dev kayalıklara o mezarları nasıl yapmışlar akıl sır ermiyor doğrusu...


Detaylar yakından daha güzel gözüküyordu.


Bu ilginç yerin ardından hayatımda çok daha ilginç olarak yer tutacak bir yer buldum ; KAYAKÖY HAYALET ŞEHRİ. Yolu düşenlerin mutlaka görmesi, tarih ile ilgilenenlerin mutlaka araştırması gereken bir yer olduğunu düşünüyorum. Dağın yamacında 100'lerce harabe şeklinde terk edilmiş evler yıkık dökük etrafa saçılmış taşları vardı.


İsminden de anlaşılacağı gibi HAYALET ŞEHRİ gerçekten korku filmi çekmek için ideal bir yer. Fazla sessiz, ürkütücü ama yinede güzeldi.


Karnımız acıktığı için lokantada güzel bir yemeğin ardından otelimize döndük. Otelin büyük geniş çardağında herkes sanki birbirini yıllardır tanıyormuş gibi koyu bir sohbet vardı. Bizi hiç yabancı görmediler, hemen gruba dahil olduk. Biraz sohbetin ardından kalan kişilerle halı saha organizasyonu olduğu söylediler beni de çağırdılar. Kısa bir yolculuğun ardından halı sahaya ulaştık uzun süredir top oynamamanın vermiş olduğu yorgunlukla çok yoruldum. Maçı merak edenler için 9-9 bitti gol atmadım ama 3 tane attırdım  maçın ardından tekrar otele dönüp çardakta muhabbet sohbet benim pilim bittiği için odama çekildim...



       Akşamın yorgunluğu halen üzerimdeyken otelden arkadaş olduğumuz bir çift ile Ölüdeniz'in yolunu tuttuk. Bizimle gelen çift daha önce gittiğinden çok pahalı bir yer olduğunu söyledi. Bizde McDonald's tan ufak tefek bir şeyler alarak araca yerleştirdik. İçeri girince ne demek istediklerini daha iyi anladım... Plaj girişi 20 şezlong ve şemsiye 21 TL toplamda denize girmek için sadece biz 41 TL ödedik. 4 kişilik bir yer bulduktan sonra ilk olarak daha önce aldığım şişme botu uzun uğraşlar sonucunda şişirip ilk seferimizi yaptık.




Bu arkadaşla bir süre açıldıktan sonra kıyıda beni bekleyen Çiğdemciğim ile tekrardan açıldık. Birlikte kıyıdan açılıp tertemiz berrak denizin resimlerini çektik.


Karaya dönüp biraz yüzdükten sonra aldığımız yiyecekleri yiyip tekrar bot ile tek başıma daha uzaklara açılıp doğanın muhteşem güzelliklerini kameraya aldım. Botu şişirmesi kadar indirmesi de zahmetli olduğu için biraz onla uğraşıp toparlandık. Otele geldikten bir süre sonra (gece 23:00 sularında) tekrar acıktığımız için dışarı çıktık. Biraz atıştırdıktan sonra oteldeki akşam kutlamalarında eğlenip uyuduk... Yani uzun lafın kısası bütün günü ÖLÜDENİZ'de yedik :)

Tatilimizin 6. gününü de yedikten sonra 7. günün sabahı kalkıp rotamızda bulunan SAKLIKENT, TLOSS ve YAKAPARK'a doğru yola çıktık.


İlk olarak yol güzergahımızda TLOSS ve YAKAPARK olduğu için öncelikle oraları ziyaret ettik. TLOSS bir antik kent köy yollarından gittikten sonra eski medeniyetlerin kayalar üzerine yapmış olduğu mezarlık ve oymacılığı görüp resimledik. Buranın daha yukarısında bulunan YAKAPARK'a geçtik.


Buranın namını kaldığım otelde bir kaç kişiden duymuştum. Küçük bir alabalık havuzu var içinde 5 dk durabilene istediği içeceği, 15 dk durabilene istediği yiyecek ve içeceği bedava veriyorlardı. Bu yüzden şortumu alarak hazırlıklı gittim.


Fakat oraya varınca şortumu boşuna aldığımı anladım değil 5 dk sadece 22 saniye zor durdum. Su o kadar soğuk ki normal birisinin durması imkansız! 22.saniyede bana ne mi oldu? Ayaklarımı hissetmemeye ve soğuktan acımaya başladı. Bu maceradan vazgeçtikten sonra ağaçların serinliklerine kurulmuş hamak ve yemek için yapılan büyüklü küçüklü yere oturmalı teraslarında biraz atıştırdık.


El yapımı şelalelerinde fotoğraflar çekildikten sonra daha çok merak ettiğim SAKLIKENT'e doğru yola çıktık. Saklıkent şöyle özetlenebilir : Daha öncede yazdığım gibi insanın ölmeden görmesi gereken yerlerden birisi olarak görüyorum. Koskoca 2 dağ arasını yaran akarsu o kadar güzel yollar açmış ki kendine, böyle bir doğal güzellik olamaz. Giriş kişi başı 5 TL fakat öğrenci olursan 2.5TLydi. İşte o an öğrenci olduğumuzu anladım :) Eşim açık öğretime devam ederken bende Mersin Üniversitesi öğrencisiydim. Arabamız yakın olduğundan gidip öğrenci kimlik kartlarını alarak 10 TL yerine 5 TL ye geçiş yaptık.



Dağ yamacına yapay olarak yapılmış balkon yollardan geçerek Saklıkent'in içine doğru 
iki dağı yarmış halata tutunup, beline kadar suya girdiğimiz gerçek girişine ulaştık.

Buraya Yakapark'tan geldiğini tahmin ettiğim ayrı küçük ama bir o kadar da yoğun bir şelale vardı ki su yine buz gibiydi. Bir kaç saniyeliğine de olsa gülme takliti yaparak resim çektirdim. Çünkü ayaklarım ve dizlerim soğuktan acımaya başlamıştı.




Eşimin halata tutunup geçemeyeceğini söyleyince onu bir çok bekleyen gibi orada bırakmak zorunda kaldım. Kanyondan karşıya geçebilmek için çelik halata tutunarak o buz gibi suya girmem gerekiyordu. Karşıya geçtikten sonra yukarıdan akan su o kadar sıcaktı ki, Saklıkent'e bir kez daha hayran oldum. Bir yanım buz gibi, diğer yanım sıcacık oldu. Yaklaşık 30 dk boyunca kanyon içinde ilerledim. Geçtiğim bazı yerler gökyüzünü dahi göremeyecek kadar dardı. Bir yerlerden atlayıp zıplayarak geçmem gereken engebeli yolları vardı fakat ilerleye bildiğim kadar ilerledim bu doğa harikası kanyonda...


Gittiğim yerlerde insanlar yavaş yavaş azalıyordu. Karşıma gelen boyum uzunluğundaki kayadan tırmanıp geçmem gerekiyordu fakat tırmanamadığımdan geri dönmek zorunda kaldım.


Kanyon içinde konuştuğum birinden kanyonun uzunluğunun 18 KM olduğunu öğrenince o yolun sonunun olmadığını anladım :) Artık ne kadar doğrudur bilmiyorum ama başka birisinin oranın sonunu gördüğüne dair bir bilgi aldım, küçük bir şelalesi olduğundan bahsediyordu. Yaklaşık 30 dk boyunca tekrar geldiğim yoldan geri yürüyerek kanyonun başına geldim. Yürürken bol bol resim çekmeyi ihmal etmedim tabi.


Geri döndükten sonra akarsuyun üzerine kurulmuş kafelerde mola vermek istedik fakat daha gezeceğimiz yerlere vakit kalması için bu fikrimizi daha sonraya erteledik.


Sanırım burada insan yaşlanmaz...


Burdan ayrıldıktan sonra 1 km ileride başka bir şelale olduğuna dair yol tabelası gördüm. zig zaglı ve merdivenli bir yoldan aşağı inerek yerin dibine girdik :) Eşimin ısrarla hayır ben gelemem dediği o yerleri zorla geçtik. Bir kaç yüz metre ileride şelaleye ulaşıp bir kaç fotoğraf çekildikten sonra tekrar geri dönüş yoluna girdik.


Yolda eşimin canı meyve çektiğinden bir köylü pazarından biraz meyve aldık. Adam eşim hamile olduğu için fazla fazla meyve verip sadece 5 tl almış (o sırada ben marketten su almaya gitmiştim) bunu duyunca adama cebimdeki bozuklukları uzun uğraş sonucunda verdim. Adamın canı sıkılmış bizimle sohbete daldı. Yarın öbür gün kalacak yeriniz yoksa buradaki 50 hanenin 45 i sizi evine davet eder diye söyledi. Sonra adananın meşhur Bici Bici içeceğinden ısmarlamaya çalıştı fakat buradaki adı KAR ŞERBETİ diye geçiyormuş. KARın içine pekmez koyup karıştırıyor ve hazır ! kar ı kendileri dolapta falan hazırlıyorlar diye sanıyordum fakat TOROS DAĞLARINA çıkıp her mevsim bulunan kar ı toplayıpta yaptıklarını ögrendim. Adam kendi kartını verdi bir daha yolun düşerse mutlaka beklerim diye, bende kendi kartımı verdim yolun düşerse mutlaka İstanbul'a beklerim diye. Atatürk boşuna dememiş köylü milletin efendisidir diye... Artık otelimize dönüş yolundaydık. Yolda gelirken sollu sağlı onlarca kişinin gözleme yaptığını gördük. Bir çok kişi gözleme 3 TL diye yazmış, biraz ileride 2 TL'ye düştü ve en sonunda da 1 TL... 1 TL'ye gözleme mi olur ya diyerek 3 TL'lik olan bir yere geçtik adam evinin önüne çardaklar kurup geçimini sağlıyordu. Çardakların birine geçip gözlememizi yedikten sonra yola devam ettik.

Otele doğru giderken yolda karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir kaplumbağa gördüm. Aracımı durdurup ezilmesin diye geçmek istediği yolun karşısına koydum.


Otele vardıktan sonra günün yorgunluğu için kendimi havuza attım. Bütün günün yorgunluğunu böyle çıkarttım.


Havanın kararmasına yakın otelde kalan kişilerden birinin doğum günü olduğunu öğrendik pasta ve kolalarımızı yedikten sonra havuz basında her telden çalan müzik eşliğinde dans ettik.

Artık oranın maskotu haline gelen ve kaldığımız villa tarzındaki evlerden birisini komple satın alan İngiliz vatandaşı NORMAN ve eşi o gece gövde gösterisi yaptı. Adam 58 yaşında ve her seferinde hayatımdaki her şeyi eğlence için yaparım diye cümlesine başlıyordu. Bütün millet oturuyor o tutup kaldırıyor adamın enerjisine hayran kaldık. Gece böyle eğlenceli bir şekilde devam edip durdu. Ertesi gün yola çıkacağımız için bir süre sonra odamıza geri döndük eşyalarımızı toplayıp uyuduk. Kalktığımızda KAŞ'a mı gidelim yoksa İSTANBUL'a mı dönelim diye düşünürken son bir kez Fethiye'nin düz caddelerini gezip sahil kenarında güzel bir kahvaltı yaptık.
Gitmeyi çok istediğim fakat vaktim olmadığı için gidemediğim ŞOVALYE ADASI'na yakın bir yerden resimler çekip saat 13:30 sularında İstanbul'a dönüşü başlattık... Fethiye'den kavurucu sıcakla çıkarken Kütahya civarlarında selle karşılaştık. Sağanak şeklinde yağan yağmura arabanın silecekleri bile yetmedi. Yaz yağmuru dedikleri bu olsa gerek. Bir dinlenme tesisine girip yağmurun biraz dinmesini bekledik. Gece 22:30 gibi çok şükür sağ sağlim evimize döndük... Şimdi işin yoksa 1 sene bekle de bir daha böyle muhteşem bir tatil yap ! 

FETHİYE - ÖLÜDENİZ