CİDE - AMASRA - SAFRANBOLU
Ramazan bayramı sebebiyle memleketimiz olan cide ve civarlarını dolaşmak için yola koyulduk. Sabah erken saatlerde aracımızı yükledikten sonra yine güzel anıları kaleme dökmek için sabırsızlanıyordum. Yola çıktığımız gün ramazanın son günü olduğundan bir şey yiyemeden yolumuza koyulduk. Yol sırasında ufak tefek molalar vererek bebeğimiz Defne'yi sıkmamaya çalıştık.
Ramazan bayramı sebebiyle memleketimiz olan cide ve civarlarını dolaşmak için yola koyulduk. Sabah erken saatlerde aracımızı yükledikten sonra yine güzel anıları kaleme dökmek için sabırsızlanıyordum. Yola çıktığımız gün ramazanın son günü olduğundan bir şey yiyemeden yolumuza koyulduk. Yol sırasında ufak tefek molalar vererek bebeğimiz Defne'yi sıkmamaya çalıştık.
İlk hedefimiz olan Cide'ye vardıktan bir gün sonra
henüz yolu yeni açılmış bir plaja gittik. Çok sakindi diyebilirim fakat deniz
ilk gün yüzümüze gülmediğinden giremedik.
Bir şeyler atıştırdıktan sonra eve doğru yola
koyulduk. Liman kaldığımız yere yakın olduğundan dalga kıran üzerinden cide
sahilini çekmeyi unutmadık.
Limanda bir süre vakit geçirdikten sonra Cide’nin
tüm güzelliklerinin ayaklar altında olduğu Seyir tepesine çıktık. Manzara her zaman ki gibi güzeldi.
Hava biraz kapalı olmasına rağmen manzara iç açıcıydı. Bu
arada izleyenler bilir SAĞ SALİM 2 adındaki komedi filminin tamamına yakını
Cide’de çekildi. Bu manzarayı çektiğimiz yerde de karpuz sahnesi çekilmişti. Cide’nin diğer girişinde bizleri hepimizin bildiği HABABAM
SINIFI filminin yazarı RIFAT ILGAZ karşıladı.
“Ne iyi etmişte anam beni bu cana yakın memlekette doğurmuş”
diye bir sözü var Rıfat Ilgaz’ın. Cide'nin sahile inen yolunda Rıfat Ilgaz’ın
şuan müze olan evini de görmek mümkün fakat gittiğimizde kapıları kapalı
olduğundan içerisini dolaşamadık. Günün ilerleyen saatlerinde dalga bakımından
daha sakin olan Cide’nin kumsalına attık kendimizi.
Biraz serinledikten sonra buraya birkaç km uzaklıktaki
GÖKÇE KALE PLAJI'na doğru yola koyulduk. Buranın doğası daha önce gördüğümde
mükemmeldi fakat biz insanoğlu tarafından maalesef doğası bozulmuş ve
kirletilmiş bir şekilde karşıladı bizi. Görünümü koy şeklinden olduğundan bir süre
denize girdikten sonra botumuzu şişirip kürek çektik.
Marketten aldığımız deniz gözlükleri ile suyun dibini kendi gözlerimle görmek çok mutlu etti
beni. Aslında ayağımızın altında bir sürü balık varmış fakat biz her adım
attığımızda ani bir hareketle kaçıyorlarmış suyun dibinde…
Ertesi
gün yaklaşık 20-25 km
uzaklıktaki Malyas kanyonuna doğru yola koyulduk. Yolu her ne kadar bozuk olsa da
gittiğimize değdi. Kanyon içinde dizimize kadar suya girerek metrelerce ilerledik.
Bir süre sonra kolum uzunluğundaki tatlı su yılanını görünce bot ile kanyonu turlamaya başladık.
Botta abim ve ben vardık. Yaklaşık 2 km kadar gittiğimiz
sanıyoruz. Telefonla resim çekecektik fakat ıslatıp bozarız korkusuyla yanımıza
almadık. İleride o kadar kuytu ve sessiz oluyor ki ortam aaaa diye
bağırdığımızda sesin yankı yaptığını duyabiliyorduk… Malyas kanyonundan başka bir
kare ile devam edelim
Yeterince hevesimizi aldıktan sonra yine SAĞ SALİM 2 filminin sonlarının burada çekildiği mekanları
gördük. Daha önceden araçların dahi geçtiği pekte sağlam olmayan asma köprü
üzerine yatıp bir poz verdim.
Daha sonra bizi doğasıyla büyüleyen GİDEROS KOYU'na doğru yol aldık. Bir kaç
resimden sonra rıhtımında ki restoranta geçip aşçının tavsiyesi olan bir balık yedik.
İsteyen saatine 15 TL vererek açık deniz üzerinde kurulan
platformda da yemek yiyebiliyor
Günü burada bitirdikten sonra artık yavaş yavaş dönüş yoluna
geçme vakti geldi. Aslında esas gezmemiz bundan sonra başladı diyebilirim. İlk
olarak Amasra’ya bağlı olan ÇAKRAZ adındaki küçük ama bir o kadar da güzel bir sahil şeridine misafir olduk.
Çakraz’ın başı ve sonu belli olduğundan sol tarafındaki kayalıklara doğru yürümeye başladık. Kayalıklara tırmanıp denize karşı bir poz verdim. Resmi
çekildikten sonra fark ettim ki Brezilya’da ki meşhur İsa heykelini andıran bir poz
vermişim :)
Deniz tam kıvamında ve ılıktı. Kendimizi tutamayıp yarım saat kadar yüzdük. Girmemek bizim için büyük bir kayıp olurdu :)
Buranın hemen ilerisinde defalarca gelmemize rağmen hiçbir
zaman sıkılmayacağım küçük ama çoooook şirin bir yer olan AMASRA’ya geldik. Burası aynı zamanda trafik kazası sonucu ölen şarkıcı BARIŞ AKARSU'nun da doğup büyüdüğü yerdir. Amasra gezimize tepedeki manzara fotoğrafı ile başlıyoruz...
Başta annem olmak üzere bir kaç fotoğraf çekilerek Amasra'nın içine doğru yol aldık ve kendimizi Amasra Açık Hava Müzesinde bulduk.
Burada bulunmuş ve çıkartılmış eski antik taşları sergiliyorlardı. Az
ilerideki adaya geçmemizi sağlayacak köprüye doğru yürümeye başladık. Resimden
gözüktüğü kadarıyla köprüyü restorasyona almışlar.
Buraya giderken Amasra’nın çocuğu olan rahmetli BARIŞ
AKARSU’nun heykeliyle bir poz verdim.
Maalesef genç yaşında
geçirdiği trafik kazası sonucu Amasra’lılar Barış Akarsu’yu bağırlarına
basmışlar. Sahil boyunca ilerlerken bir
çok balık restorantı gördük. Bana göre içlerinde en güzel dekor edilmiş olanı
buydu.
Köprü üzerinden adanın bir bölümünün görünüşü bu
şekildeydi.
Köprüden geçtikten sonra Amasra Kalesi karşılıyor
bizleri. Küçük bir tünelden geçip artık yokuşların başladığı yere Annem
yürüyemeyeceğini söyleyip bir kafede denize karşı oturdu. Ben yokuş yorulma bilmeden adanın üzerine çıkıp aklımda ki manzarayı
yakalama peşindeydim… Ve işte insanın ömrüne ömür katan o manzara.
Ne kadar güzel gözüküyor değil mi? Belki uzun yıllar burada
yaşamaktan insan sıkılır ama bizim gibi senelik görmek gerçekten çok iyi
geliyor bana… Ve bu da telefonumdaki VR Panaroma özelliği ile çekilmiş geniş
fotoğraf…
Döndüğümde Annemin oturduğu masanın yanında bulunan bir
turist çift ile bir süre sohbet ettik. Deniz anası kolunu ısırmış ve kızarmış
benden önce İngilizce bilen birisi kağıda “You will die in 10 minutes” yazıp
kadına vermiş. Bilmeyenler için 10 dakikaya öleceksin demiş bizim Türk arkadaş.
Turist bayanın pek hoşuna gitmiş bu durum bana anlattı. Kendileri taaaaa
dünyanın öbür ucu olan Avustralya’dan gelmişler Türkiye’ye ve çok
sevmişler. Bende vakit bulurlarsa memleketim olan Cide’ye gitmelerini tavsiye
ettim artık gittiler mi gitmediler mi bilmiyorum ama blog sayfam için
kendilerinden bir poz istedim beni kırmadılar.
Yanlarından ayrılırken sanırsam adı çekiçciler
çarşısı olan el işçiliğinin dans ettiği sollu sağlı dükkanlar arasında
dolaştık.
Dolaşırken Annemin gördüğü bu hediyelik eşya çok hoşuma
gitti ve resmini çektim.
Yolun sonunda sahil tarafındaki restoranlar plaj ve Ceneviz
kalesi ayrımı var. Biz Ceneviz kalesine çıkmayı tercih ettik.
Kaleden sahilin görüntüsü görülmeye değerdi…
Bir restorantta karnımızı doyurarak yolumuza devam
ettik. Yolumuzun 90 km
kadar uzağında olmasına rağmen TV'de gördüğüm Safranbolu’nun Tokatlı Kanyonu’na
doğru yola koyulduk… Yol boyunca ağaçların birbiriyle örtüşmesinden oluşan
yerlerden geçtik ve hayatımda hızlı olarak geçtiğim en güzel, serin ve rahat yollardan biriydi belki de teki !
İşte varmak isteğimiz yere geldik. Burada bulunan Kristal
terasa çıkarak resimler çektik. Adı KRİSTAL TERAS çünkü yürüdüğünüz yerler cam
ve aşağısı uçurum. İlk kez böyle bir deneyim yaşadığım için sevinçliydim.
İçeriye 3 TL karşılığında jeton alarak geçiyorsunuz. Güvenlik açısından fazla ağır olmaması için önden giden gruptakilerin orayı terk etmesini bekliyorsunuz.
Sıra bize geldiğinde camdan aşağıya doğru bir göz attık. Acıların
çocuğu Emrah pozuyla birlikte :)
Kanyonun diğer tarafında da kristal terastan
bakıldığında gözüken tahtadan yollar vardı. Buraya kristal terasın az
ilerisinden 2 TL karşılığında giriliyor.
Aşağıdan kristal teras mükemmel gözüküyordu. Bir kaç açıdan resimlerini çekerek yolumuza devam ettik.
Sağ olsun Annem en manzaralı yeri biz dolaşırken kapıp bize birer tost söylemiş. Tavsiye üzerine içecek olarak Safranbolu'ya ait bir gazoz verdi garson. Tost tek kelimeyle süperdi fakat gazoz bana sıradan geldi.
Burada yemek yerken bir yandan da olduğumuz yerden aşağı
kanyonun resmini çekip diğer hedefimiz olan Mencilis Mağarasına doğru yola
koyulduk.
Mağara biraz yüksekte olduğundan biraz yokuş
yürümek zorunda kaldık ve terledik. İçeri girenlerden üşüyüp çıkacaksınız
sözlerini duyduk ki gerçekten mağara üşütecek kadar soğuktu. Dik olmasına rağmen
yavaş yavaş yukarı doğru tırmandık ve işte içerideyiz.
İçeriye giriş 3.5TL öğrenci 2.5 TL içeride mağara
hakkında sürekli bilgiler veren bir teyip var.
Teypten içerideki sarkıtların 400 yılda oluştuğunu duyuyorduk. Düşünsenize 1 sarkıtın oluşması için kaç insan ömrü gerekli… Değişik
ışıklandırmalarla mağara tüm ihtişamıyla gözlerimizin önündeydi…
Mağara içerisinde şarjım bittiğinden daha fazla resim
çekemedim. Cide’den 8 gibi çıkıp İstanbul’a gidecekken dolaşmaktan saati
unutmuşuz… Bu güzel yerleri dolaşırken nasıl zaman geçmiş anlamadık
bile… Safranbolu Mencilis Mağarasından çıkıp istanbul’un yolunu tuttuğumuzda
saat akşam 5 civarlarıydı. Neyse ki Uzun bir yolculuğun ardından dinlene dinlene
gece saat 1 sularında evimize sağ salim ulaştık. Bu güzel anıları yazmak için
yeni bir fırsat yakaladım… Başka bir tatil anısında görüşmek üzere…
0 yorum:
Yorum Gönder